“Hiç beyninizi ‘nörotipik’ olarak adlandıran oldu mu? Ya da işlevsel olarak uygun olanı seçebilen bir beyin olarak? Ne zaman ciddi olmak ve ne zaman espri yapmak gerektiğini bilmek yani. Nörotipik özellik olmadan bir medeniyet kuramazdık. Hayatımızı düzenleyemez, ya da değer yargılarına sahip olamazdık. Ama işte benim beynim… hiçbir zaman öyle olmadı… Büyürken hep biraz farklı olduğumu hissederdim. Diğer çocukların hepsi usluydu ve klasik bir İsveçli gibi düşünürlerdi. Adımlarını aynı melodiler ile atarlardı. Benim ise kafamda sanki 17 orkestra, 40 DJ ve bir sürü de metalci aynı anda çalardı. Maalesef, benimle aynı melodiyi duyan yok gibiydi…”
İşte böyle anlatıyor beynini “The Playlist” dizisinde dünyanın en büyük dijital müzik platformu olan Spotify’ın kurucu ortağı, Martin Lorentzon. Bana kalırsa bu, toplumun norm kabul ettiğinden farklı düşünmek ve davranmak konusunda yapılmış harika tanımlardan biri. Buna karşılık yine çok rahat bir şekilde söyleyebiliriz ki toplumdan farklı davranan kişilere başarısızlığın garanti görüldüğü fikrini de darma duman etmeyi başarıyor. Muhtemelen sizin de arasında olduğunuz toplamda yaklaşık 400 milyon insanın Spotify kullandığını düşünecek olursak, Martin’in beynine ve çalışma şekline teşekkür etmemiz gerektiğini anlayabiliriz.
The Playlist’in nöroçeşitlilik konusuna dokunduğu bölümü yalnızca Martin’in hikayesinden ibaret değil. Martin Facebook’un ilk dış yatırımcısı ve PayPal’ın kurucu ortağı Peter Thiel ile tanışmasının onun kendi beynine bakış açısını çok değiştirdiğinden bahsediyor. Aralarında şöyle bir diyalog geçiyor:
Peter: Acaba senin özel bir durumun olabilir mi?
Martin: Ne?
Peter: Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu gibi. Herkes bunun bir kurmaca olduğunu düşünüyor ama bu nöral bir durum.
Martin (Peter’in asistanına bakarak): Neyden bahsediyor?
Peter: Korkma, yalnız değilsin. Genel popülasyonda nöroçeşitlilik görülme sıklığı 5%, teknoloji endüstrisinde ise bu oran 30% civarı. Pat diye söylediğim için üzgünüm, ben de spektrumda olduğum için anlayabiliyorum.
Martin: Öyle mi?
Peter: Bence toplum çok gerçek ve çok güçlü, ama aynı zamanda çok problematik. Katılıyor musun?
Martin (gülerek): Evet.
Peter: Sadece hatırlatmak isterim, birçok başarılı girişimci hafif özel durumlardan muzdariptir, asperger ve DEHB gibi. Bunlar sanki sosyalleşme ve toplumu taklit etme geninden yoksun olmak gibi. Dolayısıyla inovasyon için ve büyük şirketler yaratabilmek için aslında bir artı.
Bu sahnede aynı zamanda şunları gözlemliyoruz: Peter’in ofisinde tek bir eşya bile yok ve Martin ile anlaşmaya vardıklarında Martin elini uzatmış olmasına rağmen elini sıkmadan geçip gidiyor.
Bu sahne nöroçeşitliliğin toplum için bir problem olmasını kenara koyun, neredeyse dünyanın ihtiyacı olan bir durum olmasına değiniyor. Farklı beyinler olmadan yeni şeyler üretme isteği, ihtiyacı ve gücünün de bu kadar olamayacağı fikrini çok güzel ortaya koyuyor. Tabii ki dizi boyunca DEHB’nin Martin’i zorladığı, günlük hayatını zorlaştırdığı durumları da gözlemliyoruz. Dolayısıyla bireysel bir açıdan bakıldığında, bu spektrumlarda olmanın bireylerin hayatını zorlaştıran ve işlevselliğine engel olan noktalarını da görmezden gelmemek gerekiyor. Zira görmezden gelmemek ve farkında olmak erken tanı ve müdahaleyi beraberinde getirdiğinden, nöroçeşitlilik spektrumunda olan kişilerin böyle başarılı hayatlar sürmelerine de destek olan bir noktada.
Peter ile görüşmesinden sonra “özel bir durumu” olduğunu idrak eden Martin, farkındalığını şu şekilde anlatıyor:
“Tüm hayatın boyunca dans etmiş, taklalar atmışsın ve her zaman korkusuz olmuşsun. Sonra bir gün biri çıkıp yaptığın her şeyin ip üzerinde yürümekten farksız olduğunu söylüyor. Hep farklı olduğumdan, daha enerjik olduğumdan emindim. Özel bir durumum olduğundan değildi.”
Bu konuyu Spotify’ın o dönemki Global Pazarlama Direktörü Sophia ile paylaşıyor. Sophia ile diyalogları ise şöyle:
Sophia: Amerikalıları bilirsin, her şeye bir tanı koyarlar.
Martin: Evet, ama bu özel durumun sınırları ne bilemiyorum.
Sophia: Martin, sen sensin. Bunu sakın değiştirme.
Martin: Ama artık bir şeylerde biraz daha az ben olmalıyım, değil mi? Değişmeliyim.
Dizi boyunca masalarda zıplayan, her yerde aklına gelen her şeyi söyleyen Martin’in bir yandan korkmadan riskler alıp başarılar elde edebilmesini, harika iletişimlerini, çılgın danslarını ve kocaman gülüşlerini izliyorken, bir yandan da yalnızlaşmasına ve insanların ona “deli” gözüyle bakışına tanık olduğumuz sahneler oluyor. Madalyonun bu iki yüzünü de görebilmemiz, dizinin Martin’i konu alan bölümünü sıradan bir girişimcilik hikayesinden çok başka yerlere taşıyor.
“Hayatım boyunca benliğim yüzünden çok darbe aldım. Ama bu bana aynı zamanda bir başkası olamayacağımı öğretti. Her zaman kendim olmak, kurallardan tamamen bağımsız yaşamak istedim.” diyerek bitiriyor Martin Lorentzon. Merak edenler Netflix’te The Playlist’in 5. bölümüne bakabilirler.
Okurken şöyle düşündüyseniz size alınmam: Yapma Beste, bu hikayenin yarısı kurgu. Günlük hayatta dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu sahibi olan ya da nörotipik bir beyne sahip olmayan kişiler çok büyük problemler yaşıyorlar, hayat bu kadar basit değil.
DEHB ya da başka herhangi bir bilişsel durumu televizyonda ya da dizilerde izlemek ve bunlardan bir şeyler öğrenmekten çok keyif alsam da bundan daha çok keyif aldığım bir şey hemen ardından bilimsel literatüre dalıp anlatılan durumun bilimselliğini ve gerçekçiliğini sorgulamak oluyor. Bu sebeple sizler için birazcık da araştırma yaptım ve DEHB ve girişimcilik arasındaki bağlantıyı içeren bazı makaleler okudum. Makaleleri yazıdaki ilgili kelimelere linkliyorum, böylelikle sizler de makalelere ulaşıp ileri okumalar yapabilirsiniz:
Öncelikle literatürün çok net gösterdiği ve bizlere de eğitim sürecinde sıkça vurgulanan bir bilgi DEHB’nin akademik performansı ve iş performansını negatif yönde etkilediği. Bu bilgi az önce okuduğunuz ve dizide gördüğümüz şeye zıt gibi görünebilir, ancak inanın ki değil. DEHB dikkat, hafıza ve planlama gibi becerileri olumsuz etkileyerek sistemin bizden beklediği bir öğrenci ya da uyumlu bir çalışan olmamıza engel oluyor olabilir, ancak girişimcilik konusu bambaşka.
2018’de yapılan ve Small Business Economics dergisinde yayınlanan bir çalışma DEHB tanısı ve girişimcilik niyeti ve girişimcilik davranışları arasında pozitif bir korelasyon buldu. Yani, DEHB gerçekten de girişimcilik niyetlerini besliyor ve bununla da kalmayıp aynı zamanda girişim başlatma olasılığını da arttırıyor.
2016’da Journal of Business Venturing Insights dergisinde yayınlanan bir başka makale ise bu zamana kadar makalelerde hep olumsuz davranışlar ile ilişkilendirilen DEHB semptomlarının girişimcilik bağlamında nasıl pozitif etki yaratabileceğine vurgu yapıyor. Örneğin makalede bazı katılımcılar kendi işini kurma sürecindeki yoğun koşturma temposuna DEHB sayesinde enerjilerinin yettiğinden ve çok uykuya ihtiyaç duymamaktan olumlu etkilendiklerinden bahsediyor. Kişilerin kendi çalışma saatlerini fokus olabildikleri ve enerjilerinin bulunduğu zamana göre belirleyebiliyor olmaları, 9-5 bir işte çalışmaya kıyasla avantaj sağlıyor. DEHB’li girişimciler daha hızlı kararlar alabiliyorlar ve belirsizlik durumunda risk almaktan çekinmiyorlar. Bunlara ek olarak araştırmalar DEHB’li kişilerin sıkıcı buldukları işlerde odaklanmakta çok zorlanmalarına karşın, daha çok keyif aldıkları ve tutkulu oldukları işlerde hiperfokus deneyimi yaşayabildiğini, yani uzun süreler hiç kopmadan odaklanabildiklerini gösteriyor.
Buna karşılık aynı dergide yayınlanan güncel bir araştırma davranışsal ve elektrofizyolojik dürtüsellik ölçümlerinin girişimcilik ile ilişkisini araştırıyor ve herhangi bir ilişki bulamıyor. Yani dürtüsellik semptomunun girişimci yönelimlere olumlu etkisini bu araştırmada net şekilde göremiyoruz.
The Playlist, Spotify’ın hikayesini bazı kısımları kurgusallaştırarak anlatıyor olabilir ve Martin’in gerçek hayat hikayesini tüm detayları ile hala bilmiyor olabiliriz. Ancak bilimsel literatür bize bazı nöroçeşitli beyinlerin gerçekten de inovasyon ve girişimcilik konularında oldukça yetenekli olabildiğine dair kanıtlar sunuyor. Öyleyse toplumun farklılıkları “tolere etmesi” değil “takdir etmesi” gerektiğini hatırlayalım ve Steve Silberman’ın sözü ile bitirelim:
“Nöroçeşitlilik, inovasyon ve gelişimin geleceğidir.”