Kulaklar ile Yemek Yemek: Magnum Çıtırtısının Ardındaki Bilim

Merhabalar!

Kognitif nörobilim çalışmaları yeme ve içme deneyimimiz esnasında işittiğimiz seslerin aldığımız keyifte ne kadar önemli olduğunu anlamamıza yardımcı olabilir mi?

Konuyu detaylıca konuşmaya başlamadan evvel bu postu hazırlama konusunda bana ilham veren Diyetisyen Simya Saran‘a (@neuro.alchemy) teşekkür ederim. Kaizen Nöropsikoloji’nin bilgilendirme sunumları kapsamında bizlere Sinirbilim ve Beslenme konusunu anlatırken bu konudan da bahsetti. Ben de sonrasında keyifle konuya dair yazılar okudum ve şimdi de sizlere anlatmaya karar verdim.

Magnum’un Değişimi

Zamanında Unilever büyük dondurma markası Magnum için tüketicilerden nasıl markayı geliştirebileceklerine dair geribildirim almış. Tüketiciler çikolata kaplamasının kırılıp düştüğünden ve etrafı batırdığından şikâyet edince, Magnum’un tarifini daha az kırılacak şekilde değiştirmişler. Bu şekilde daha iyi bir tepki alacaklarına inanmalarına rağmen, beklediklerinin tam tersi olmuş. Kırılmayan dondurma ortalığı batırmıyormuş batırmasına ancak Magnum’u Magnum yapan o çıtırtı da artık yokmuş. Hayranları Magnum yeme deneyiminin bu sebeple daha olumsuz bir hale geldiğini belirtmişler.

Bu hikâyenin ana fikrini bir Mental Floss makalesi şöyle yorumluyor: “When we hear it, we eat more.” Kognitif Nörobilim araştırmalarına göre bu durum sadece Magnum için geçerli değil. Biz insanlar çıtırdayan, kıtırdayan yiyecekleri daha çok seviyoruz! Magnum ya da diğer çıtır ürünler üreten markalar da bunu keşfettiğinden beri reklamlarında bu çıtırtı sesini bolca kullanıyor.

Kendisinin gerçek bir fangirl’ü olduğum ve burada daha önce bir iki çalışmasını daha paylaştığım Oxford Üniversitesi’nden araştırmacı Charles Spence bu konuda çok açıklayıcı bir makale yazmış. Makale özeti şöyle başlıyor: “Ses, unutulmuş bir tat duyusudur.”  Kendisi yerken esnasında duyduğumuz seslerin yeme deneyimimizi nasıl değiştirdiğini bu makalede açıklamış. Enteresan şekilde makalede yalnızca çıtırtıdan değil, örneğin içtiğimiz gazlı içeceğin köpürdeme sesinden bile bahsediyor.

Pringles Deneyi

Spence’in bir çalışmasında 20 katılımcıya Pringles ikram ediliyor ve ses geçirmeyen bir kabinde bir mikrofon önünde yemeleri isteniyor. Aynı zamanda katılımcılar kulaklık ile kendi seslerini dinleyebiliyorlar. Spence bu esnada katılımcılara dinletilen ses ile oynuyor, yedikleri kimi Pringles’ta ses daha az gelirken, bazılarında daha fazla gelecek şekilde ayarlanıyor. Araştırmacılar katılımcılara Pringles’ın tazeliği hakkında soru sorduklarında daha yüksek yeme sesi (çıtırtı) duyduklarını daha taze olarak yorumladıklarını fark ediyor! Katılımcılar için daha az çıtırtı sesi, yumuşamış ve dolayısıyla daha bayat bir Pringles anlamına geliyor.

Beyne baktığımızda ses uzmanı Dr. Bauman yemeği çiğnediğimizde işitsel kortikal ve limbik sistem bölgelerinin ışıldadığını söylüyor, bu şekilde de bize yiyeceğin dokusu ve tazeliği hakkında bilgi sunuyor.  

Bu bulgunun evrimsel alt yapısına baktığımızda bayat yiyecekleri tercih etmemek kendimizi korumak için yaptığımız bir eylem olabilir ve dolayısıyla çıtırdayan, kıtırdayan yiyecekler bizim için taze, besleyici ve iyi gıdayı temsil ettiğinden aldığımız keyif de daha yüksek olabilir. Tabii günümüzdeki duruma baktığımızda bu eylemin bizi bir koca paket cipse yönlendirdiğini düşünürsek artık bu sistem çok da sağlıklı işlemiyor olabilir.

Charles Spence aynı zamanda sessiz bir yemek esnasında dikkatimizin kolayca farklı yerlere çekilebileceğini söylüyor. Fakat yediğimiz şey çıtırtı sesi çıkarıyorsa dikkatimiz ağzımızda ve yediğimiz yiyecekte kalabiliyor. “Sesli yiyecekler, bizi onlar hakkında düşünmeye iter.” diye açıklıyor Spence.

Tabii ki burada aynı zamanda öğrenmenin öneminden de bahsedebiliriz. Kültürel farklılıkları bir düşünün. Bizim kültürümüzde ağız şapırdatmak ayıp olarak tanımlandığından bu çok da keyif aldığımız bir ses olmayabilir, buna karşılık bazı Asya kültürlerinde şapırdatarak yemek yemeği beğendiğinin ve takdir ettiğinin bir göstergesi. Dolayısıyla bu ses o kültürde büyüyen birisi için daha olumlu bir etki yaratabilir.

Tüm bu bilgiler gastronomi alanında iyi bir deneyim sunmak için yalnızca tat duyusunu harekete geçirmenin çok da yeterli olmayacağına da işaret ediyor. Dolayısıyla yemeğin görselliği (görsel açlık postumda anlatmıştım), kokusu, dokusu ve farklı duyuları harekete geçiren daha birçok özelliği yemek yeme deneyimimizi bir bütün halinde fazlasıyla etkiliyor.

Yorum bırakın

Scroll to Top